Semih Balcıoğlu
"Kim tanıştırdı? Nerede tanıştık? Hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey, bana karikatürlerini getirip eleştirmemi istemesiydi. Sanki çok biliyormuşum gibi bana gelmişti. Kaç yaşımdaydım ki? 16, bilemedin 17... Çocukluk işte... Bir yerden duymuş, adresi de öğrenmiş, geliverdi. Eve buyur ettim, girmedi. Kapı arasında bakmıştım işlerine.
Ufak tefek kavruk bir çocuktu. Nasıl kavruk olmasın, nerelerden geliyordu.
Kısa sürede gençliğimizin neşe kaynağı oldu. Darülaceze’ye getirilişini öyle anlatırdı ki, sanki Hilton Oteli’ne getirmişlerdi. Koca Darülaceze’de yatacak yer olmadığı için yaşlı bir adamın yanına yatırılışını. Adamın, meğer çoktan öldüğünü bilmeden sabaha kadar üstünü örttüğünü kahkahalarla anlatırdı.
Çok kısa sürede isim yaptı. O yıllarda karikatürcü bugünkü kadar fazla değildi, ama yine de bu kadar sürede isim yapması olası da değildi. Kısa sürede ün yapması hem başarılı işler üretmesinden, hem de “Mıstık” adının okura birdenbire sempatik gelmesinden kaynaklanıyordu.
Bugün televizyonlarda, gazetelerimizde gördüğümüz "taş devri" konulu karikatürleri 45 yıl önce çizerek bir öncülük yaptı.
Çizgi romanı ülkemizde sevdiren karikatürcülerden biridir. Adı "taş devri" ile birlikte anıldı. Vatan Gazetesi’nde çizdiği Taş Devri bandı her yaştan okurun ilgisini çekti. Bu başarı Mıstık’ı hiçbir zaman şımartmadı. Çünkü nereden geldiğini biliyordu. Tam aksine, o gencecik yaşında onu daha çok çalışmaya itti. Gününü programladı, gazete ve dergilerdeki işlerini aksatmadan sürdürdü. Taş Devri’nin yanı sıra çocuk karikatürlerinde de bir kaç arkadaşıyla birlikte aranılan imza oldu.
Tatlı dili, yardım severliği ve temiz kalpliliği bazı kişilerce sömürüldü. Bekarlığında bir-iki geceliğine evine gelen konuk, yemeli-içmeli altı ay kaldı. Ama Mıstık buna ‘gık’ demedi. Yemedi, yedirdi, giymedi, giydirdi.
Bir ara Klasik Batı Müziği’ne merak sardı. Sabahattin Eyüboğlu’nun eşi piyanist Magdi Rufer’den piyano dersleri almasının dışında, evine bir de piyano aldı. Mıstık bu, tek durur mu? Piyanonun nota koyulacak yerine, borçlarının listesini koydu. Soranlara da, “gözümün önünde bulunsun da unutmayayım” yanıtını verdi.
Gazete ve dergilerden umudunu keserek, kendi işini kendi kurup rahat etmek istedi. Rahmetli Mengü Ertel'le San Organizasyon'un içinde Ali Ulvi ve Bedri Koraman'la Kare Reklam'da oldu.
Ne oldu, ne bitti bilmiyorum, buralarda da uzun süre kalamadı. Ticarete atılmak en önde gelen hayallerinden biriydi. Sanki yapabiliyormuş gibi... Sanki alacağına normalin üzerinde bir kar koyacakmış gibi... Oysa Mıstık bunların hiçbirini yapacak insan değildi. Senedini ödeyemeyen müşterisi protesto olmasın diye o senedi de kendi öder, parayı da geri almazdı. Zararına iş yapar, "iyi oldu, adamı zarardan kurtardım" diye de rahatlardı.
Bu dünyaya çocuk geldi, çocuk gitti. Çocuk karikatürlerinde bu kadar başarılı olmasının büyük bir nedeni de elbette budur.
Yaşamını çizse yeter.
Dünya görüşü o...
Türkiye'de hayvan sevgisinin çok az olduğu yıllarda, sokak kedi ve köpeklerini doyurmak için cebindeki son paraları da gözünü kırpmadan yüzlerce kez harcamıştır herhalde.
Gece bir yerlere yemek yemeğe gittiğimizde kalan yemekleri sokağındaki kedi, köpeklere vermek için garsonlardan onları paketlemelerini az mı istedi. Sonra da, "Oooh... Bu gece bizimkilere ziyafet var" derdi.
Oğlu Uygar en büyük övünç kaynağıydı. Fransız okulundan mezuniyetini, Fransa’ya gidişini büyük bir coşkuyla anlatır, "N'aber, artık yazılı Fransız karikatürlerinin resim altlarını bana oğlum tercüme ediyor, kimseye ihtiyacım yok" derdi.
Birdenbire yaşlandı. Gençliğinde ne kadar canlı, ne kadar sevimli, ne kadar insanlara sıcaksa, yaşlılığında ne yazık ki böyle olmadı. Belki bunda da haklıydı. Hastalığını hiç kimseye duyurmadığı için çevresi hastalığından habersizdi.
Bir karikatürcünün yapması gereken önemli girişimleri, çoğu meslektaşı gibi, "canım nasıl olsa yaparım, daha çok vaktim var" diye erteledi. Bunlar çok kapsamlı karikatür albümleri ve çok kapsamlı sergilerdi. Bunların en iyilerini ve kalıcılarını yapabilecek güce sahipti. Nedense olmadı. Oluyor işte... Bilmiyorum evinde orijinalleri varsa bir ölüm yıldönümünde sevgili Uygar bunları toplayabilir mi? Sanıyorum Mıstık’ın bu sergisi için herkes seferber olur.
Gerçek bir dosttu, 1959 yılında İlhan Selçuk'la "Taş” karikatür mizah dergisini yayımlarken ikimizi de bir hafta içinde palas pandıras askere aldılar. Sebep, Demokrat Parti iktidarına muhalefet yapmamızdı. Dergi başsız kalmıştı. Eşim Emel ve İlhan'ın eşi rahmetli Handan baş başa kalmışlardı İstanbul’da. Yapılacak tek şey kalıyordu: dergiyi kapatmak. Çünkü o koşullarda derginin çıkması imkânsızdı. Ve dergi kapandı tabii. Sonra Emel anlattı: "Mıstık geldi dergiye. Biz Handan'la baş başa kalmıştık. 'Emelciğim' dedi, 'bu dergi devam etsin, kapanmasın. Bunu sizlerden rica ediyorum. Hiçbirimiz para almayalım, tek devam etsin bu dergi. Bunu kimse yapmadı. Ne yazarı, ne çizeri, ne matbaası, ne de kâğıtçısı. Yaşamım boyu Mıstık’ın bu yaptığını unutamam. Bırak yazar-çizeri, insanın kardeşi yapmaz. İşte Mıstık bu. Bunu sadece Mıstık yapar."
Onun için para pul kaçıncı derecede gelir bunu çok iyi bilenlerdenim. Ben Mıstık’ı yeni tanımıyorum ki, taa 1945'lerden beri tanıyorum. Karım Emel’in bu sözleri beni tabii ki çok duygulandırdı ama hiç şaşırtmadı. Zaten yazının başından beri de anlatmak istediğim Mıstık’ın bu yönü. Hediye kabul etmesi zor değil, çok zordu. İki arada bir derede bulur buluşturur, o da size karşılık olarak bir şeyler mutlaka verirdi.
Bende tek olan karikatür kitabinin fotokopisini yaptırıp Mıstık’a armağan edişimi hatırlıyorum da, insanı armağan verdiğine bin pişman etmişti. Yarım asırlık dostuma cılız armağanları kabul ettirinceye kadar herhalde 2-3 karikatür çizerdim.
Ama ona yaşamında aldığı en iyi armağanı Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül verdi sanıyorum. Nişantaşı gibi bir semtte adına yaptırdığı "Mıstık çocuk parkı", Eremektar Ailesi’ne ve Mıstık’a verilebilecek en iyi armağandır. Evimin nispeten yakınında olduğu için sık sık içinden geçtiğim bu parkta, Mıstık'la her zaman göz göze geliyoruz. Parkın açılışındaki konuşmalara kim bilir ne kadar gülmüştür? Onun yaşamıyla ilgili sözlere, "yok canim o kadar da değil.." dediğini duyar gibi olmuştum.
Sanıyorum ve inanıyorum ki bu konuda çok sıkıntılı günler geçirmiştir: o da, Mustafa Sarıgül’e bu armağanın karşılığını verememesidir.
Eşi doktor Lütfiye Eremektar, hastalığında ve ölümünden sonra ona çok az insanın yapabileceğini yaptı. Belki diyeceksiniz ki, “Canım eşi artık, o da yapmasın mı?” O öyle değil, öyle eşler gördük ki bu günlere kadar. Artık bunlara şaşar olduk. Eşinin ölümüne mutlu olan bile gördü bu gözler.
Doğumu da ölümü de aynı gün olan bir insandı Mıstık: 28 Mart 1930 - 28 Mart 2000".
'Memleketimden Karikatürcü Manzaraları' kitabından. 2003